Gönderdiği
kitabıyla ölmüş kalpleri dirilten ve duranları harekete geçiren Allah’a hamd;
vahiyle ve muhabbetullah ile harekete geçen Rasulüne salât-u selam;
hareketsizleşmiş Müslümanları canlandırmaya ve hareketlendirmeye gayret eden
kardeşlerime selam ile…
Kıymetli
Kardeşlerim! 1992 yılının sonbaharında Mısır’a gittikten birkaç ay sonra
22.01.1993 tarihinde Türkiye’deki arkadaşlarıma bir mektup yazmış ve kafamı
meşgul eden önemli bir konu ile ilgili tespitlerimi onlarla paylaşmıştım.
Çözümlemeye çalıştığım mesele ümmetimizin dirilişinin gerçekleşmesi ve bizim
yeniden harekete geçebilmemiz için ihtiyacımız olan muharriklerin neler olduğu
idi. Yani vicdanları harekete geçirecek, onları pasiflikten kurtaracak,
oturanları yürütecek, yürüyenleri koşturacak olan manevî etkenler (âmiller)in
neler olduğunu tespit etmeye çalışıyordum.
Ümmetimizi gerileten hatta darmadağın eden
sebepleri tespit edip ona göre çözüm yollarını bulmak doğru tedavî için ne
kadar önemliyse vicdanları harekete geçirecek muharrikleri tespit etmek de o
kadar önemlidir. Çünkü kurtuluş reçetesini bulmuş olsak bile her biri birer
manevî motor hükmünde olan bu muharrikler olmadan harekete geçmek ve o reçeteyi
uygulamak mümkün olmayacaktır. Bu muharriklerden o zaman için 6 tanesini tespit
etmiş ve o mektupta 3 tanesini yazabilmiştim. Geri kalanını sonraya bırakmıştım
ama onları daha sonra yazmak kısmet olmamıştı.
Mektupta kullandığım üslup eskilerin
üslubudur. Her ne kadar bu çağın insanı olsam ve bu okullarda okumuş olsam da
eskilerin üslubu daha çok hoşuma gider. O üslubu daha tatlı, daha samimî ve
daha etkili buluyorum. Ama o üslubu yakalayabilmek her zaman kolay olmamakta,
bunu başarabilmek sâkin bir ortam ve sâkin bir kafa gerektirmektedir. Her ikisi
de benim için o kadar zor ki… O zaman tamamlayamadığım konuyu şimdi
tamamlayabilecek miyim bilmiyorum ama hiç olmazsa yazmış olduklarımı ve
yazabileceklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. O zaman 6 tanesini tespit
edebildiğim muharriklere zamanla yenilerini ekledim ve sayısı 10’u geçti.
Sırayla başlayalım.
Suâl: Gerek dünyevî gerekse uhrevî meselelerde Ümmet-i
Muhammed’de görülen gevşekliğin ve pasifliğin çözümü nedir? Nasıl harekete geçebiliriz?
El-cevab: Bir aracın harekete geçmesi nasıl ki motorunun olmasına
ve o motorun sağlıklı çalışmasına bağlı ise hareketsizleşmiş bir ümmeti ya da
insanları harekete geçirmek de manevî birer motor olan muharriklere sahip
olmalarına ve bu muharriklerin güçlü ve sağlıklı olmasına bağlıdır.
Bu muharrikler
ise;
1- ÜMİT: İnsanın
yaptığı işe sarılması o işin olacağından ümitvâr olmasına bağlı olduğu gibi
ümitsizlik içinde olması da o işe sarılmamasına sebeptir. Üç asır önce batıyı
canlandıran, istikbâlden ümitvâr olması ve bizi çökerten ise geleceği karanlık
görmek ve ümitsizliğe (ye’se) kapılmaktı.
Batıyı o dönemde
ümitli ve canlı kılan;
a. Dünya siyasetine ve teknolojiye hâkim olmaya
başlaması
b. Her elini attığı işte yanında dayanacağı kuvvetli bir
nokta-i istinad olan güçlü devletini bulabilmesi
c. Rakibinin yani Ümmet-i Muhammed’in zayıflamaya başlaması
idi.
Bizi ye’se
düşüren sebeplerin önemlileri ise 3 tanedir;
a. Kendimize çok büyük ve uzak bir hedefi hedef olarak
seçmiş olmamız ki o da İslam’ın dünya hâkimiyetidir. Hâlbuki ne bu kadar büyük
bir hedefi gerçekleştirecek eğitimden geçmişiz ne o kadar büyük maddî imkânlara
ve kadroya sahibiz ne de ömrümüz o kadar uzundur.
b. Bizi ye’se düşüren 2. sebep; küfür dünyasının çok güçlü,
İslam âleminin ise zayıf olmasıdır. Öyle ki, belki onlarla aramızda iki asır
fark var gibi görünüyor.
c. Bizi ye’se düşüren 3. sebep ise insanın aceleden
yaratılmış olması hasebiyle aceleci olmamız. Hâlbuki yol uzundur. Aceleci olan
insanın yolun uzunluğunu görünce ye’se kapılması normaldir.
Bizi bu ye’sden
kurtaracak olan çareler de üçtür:
a. Ye’se düşüren birinci sebebin çaresi; gayeyi hedefin
önüne geçirmektir. Gayemiz Allah Azze ve Celle’nin rızâsını kazanmak, hedefimiz
ise tüm dünyada İslam’ın hâkimiyetini gerçekleştirmektir. Asıl olan gayeye
ulaşmak olduğuna göre hedefe ulaşılamasa bile ümitsizleşilmemeli, moraller
bozulmamalı ve mücadeleye devam edilmelidir. Çünkü hedefe ulaşılamasa bile
gayeye ulaşılmakta ve Allah’ın rızâsı ve cennet kazanılmış olmaktadır. Gayeyi unutup sadece hedefi düşünen ve ona
varmanın zorluğunu görünce morali bozulup bırakan İslâmî hareketin
mensuplarının moral ile ciddi hizmet edememelerinin birkaç önemli sebebinden
biri de bu gizli ama önemli hatadır.
Hedef de kısa,
orta ve uzun vâdeli hedef olarak tasnif edilmeli ve öncelikle kısa ve orta
vâdeli hedef, hedef edinilmelidir. Kısa vâdeli hedefimiz önce kendi nefsimizde
ve yakın çevremizde inkılâplar gerçekleştirmek, sağlam ve büyük bir cemaat
meydana getirmek; orta vâdeli hedefimiz ülkemizde İslam Medeniyetini kurmak;
uzun vâdeli hedefimiz ise tüm dünyada İslam’ı hâkim kılmaktır. Orta ve uzun
vâdeli hedefe ulaşmak çok zor olsa da en azından kısa vâdeli hedef çalışırsak
mümkündür. O halde ümitsizliğe gerek yoktur.
Şeytanın bizi
ye’se düşürmek için sürekli aklımıza getirdiği bu vesveseden kurtulmanın bir
çaresi de “hedefi, hedefe varmak” olmaktan çıkarıp “hedef yolunda
yürümek” ve onun yolunda yürürken ölümün bize kavuşmasını hedef haline
getirmektir. Topal karınca gibi ki hacca gitmek için yola çıktığında “bu
ayakla kavuşamazsın” denilmiş de o da cevaben: “Olsun bu yolda ölmüş
olurum” demiş.
b. Bizi ye’se düşüren ikinci sebep olan küfür dünyasının
güçlü, İslam aleminin ise zayıf olmasına gelince;
Ey karamsarlık
bataklığına düşmüş kişi bil ki: Allah Celle Celâluhu; “Nice az topluluk nice
çok topluluğu yenmiştir”1 buyuruyor. Maksat sadece sayı azlığı
değil, aynı zamanda silah ve teknoloji azlığıdır. Mademki Müslümansın bu ayete
inanmalısın. Dersen ki inandım ama kalbim mutmaîn olmuyor, o zaman tarihi oku,
mutmaîn olursun. Tarihi okuduğunda nice güçlü dünya devletlerinin ve
imparatorlukların çöktüğünü ve nice zayıf toplulukların büyük devletler haline
geldiğini görürsün.
Bil ki; Batı
manen çökmüştür ve tarih ispatlıyor ki manevî çöküntünün ardından maddî çöküntü
gelmektedir. Batının maddî çöküntüsünün alametleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Ama nasıl ki küçük bir kayık iki üç dakika gibi kısa bir sürede battığı halde
dev bir geminin batması bazen bir ay sürer. Avrupa büyüklüğünde bir geminin
batması ise elbette ki beş altı senede olmayacaktır. Osmanlı gibi ki batması,
ilk su almaya başladığı günden itibaren iki-üç asır sürmüştü. Namazının
kılınması bile belki yirmi otuz seneden fazla sürdü. Ama sen ümitsizliği
bırakıp çalışır ve batmamak için İslam âlemini daha fazla sömürmeye mecbur olan
ve hasta bir vampire ve ahtapota benzeyen Avrupa ve Amerika’nın kollarını kesersen
sana tutunamayacak ve hızla batacaktır.
Ey ye’s içindeki
kardeşim bil ki; şu anda biz ümidi yaşıyoruz, onlar ise korkuyu yaşıyorlar.
Çünkü üç asırdır uyuttukları Ümmet-i Muhammed, Ashab-ı Kehf’in uyanması gibi üç
asır sonra uyanmış, dünya hâkimiyetine hazırlanmakta; Batı ise kurduğu iğrenç
medeniyetinin iğrençliğini görerek kendinden tiksinmiş ve kısa süren dünya
hâkimiyetinin ve zevk-i sefalarının biteceğinden korkmaya başlamıştır. Öyleyse
ümitvâr ol ve üstad Bediüzzaman’a rüyasında bir evliyaullah meclisi tarafından
söylenen “Evet ümitvâr olunuz, şu istikbâl inkılapları içinde, en yüksek gür
sada İslam’ın sadası olacaktır!...” müjdesine sen de benim gibi ayne’l
yakîn iman et ve ye’sin soğuk duvarlarını parçala, Batı’nın suratına çarp!
Yavaş yavaş ümitlenmeye,
cesaretlenmeye ve ye’si parçalamaya başlamış olan kardeşim bil ki; Batı ile
aramızdaki mesafenin çok olması sakın seni üzmesin ve korkutmasın. Bilmiyorsan
bil, dünyada ‘Bast-ı Zaman’ var. Yani ALLAH Azze ve Celle dilediği
kullarının zamanını genişletir ve az zamanda çok iş yaptırır. Bazı evliyanın bir dakikada bir günlük iş gördüğü,
bazılarının bir dakikada bir Hatme-i Kur’aniyye’yi okumuş oldukları, Zeynel
Abidin gibi bir zâtın savaşın ve siyasetin yoğun olduğu günlerde bir günde bin
rekât namaz kıldığı rivayet olunmuş ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in binlerce yıllık yolu miraçta bir anda almış olması gösterir ki
Allah Azze ve Celle bizden râzı olunca
bize az zamanda çok mesafe aldıracak ve 200 senelik yolu inşallah belki 20
belki 30 senede alacağız.
Bast-ı Zaman’ı
anlamadıysan her gün görmekte olduğun rüyâyı düşün. Senin rüyânda gezdiğin ve
gittiğin birbirinden uzak yerlere gidebilmek için belki haftalar, belki aylara
ihtiyacın olduğu halde birkaç saniyelik rüyâda buralara gidebilmen ve o kadar
olayların birkaç saniyeye sıkışması Bast-ı Zaman’ın olduğunun bir delilidir.
Ey Allah’tan
ümidini kesmediğini iddia eden kişi bil ki; ümit kişiyi harekete geçirir, canlı
kılar. Seni pasiflikten kurtarmayan ve harekete geçirmeyen ümit, ümit değildir.
Mektubun devamını
bir sonraki sayıda paylaşmak dileğiyle… Allah’a emanet olun.
1. Bakara, 249